Edebiyat

Edebiyatın En İyisi



edebiyat nedirEdebiyat, kişinin duygu ve düşüncelerini, kendine özgü bir dil kullanarak, estetik kurallar çerçevesinde, yazılı veya sözlü olarak dile getirmesidir. Edebiyatın da bir yöntemi olduğundan o da bir bilimdir. Edebiyat bir bilimin yapması gereken:-anlama, -yorumlama, -değerlendirme, -benzerleriyle karşılaştırma, -yerleştirme basamaklarını yaptığı için bir bilimdir.Edebiyat’ın amacı estetik ve güzelliktir. Edebiyat’ı edebiyat yapan iki temel özellik vardır: 1) Dil-üslup 2) Estetik-güzellik. Bu özelliklerin ikisi de okuyucuya ve yazara göre değişkendir. Edebiyat duygu ve düşüncelerimizi karşımızdakine anlatabilmek için bir araç niteliğindedir. Edebiyatta içerikten çok o içeriğin nasıl dile getirildiği önemlidir. Edebiyat sanatçıyı, bilimi ve eseri içinde yaşadığı dönemi ve türü içindeki yerini inceler.Edebi eserin incelenmesi açısından, bir sosyal bilimdir. Diğer sosyal bilimleriyle sürekli iletişim ve etkileşim içindedir. Edebiyatın diğer sosyal bilimlerden farkı: yaratıcı olması, öznel olması ve kurmaca olmasıdır. Edebiyat tarihinin oluşturulması açısından, edebiyat bilimi önemlidir.

 Edebiyat’a teşkil eden olaylar:
1)Savaşlar: Toplumu derinden etkilediği gibi, bir toplum ürünü olan edebiyatı da etkilemiştir. Örnek: Kurtuluş Savaşı
2) Göçler ve tabii afetler: Bunlar bölgesel etkilerdir. Halkta derin izler bıraktığı için önemli derecede çok malzeme oluştururlar.
3) Kültürel değişim: Kültür, bir toplumun yaşayış biçimidir. Toplumun yaşam biçimi değişince buna bağlı olarak edebiyat da değişir. Toplumların yaşamlarına yeni şeyler girince kültürleri ve edebiyatı da değişir.
4) Aşk, sevgi: Bunlar bireysel etkilerdir.
5) Doğa: Bu unsur temel teşkil etmez, sadece farklı bakış açıları için ortam oluşturur.

Edebiyat ile diğer bilimler ilişkisi:
1) Sosyoloji: Sosyoloji toplum bilimidir. Toplumda meydana gelen olaylar edebi eserlere yansır. Sosyologlar da bu eserlerden yola çıkarak toplumsal olgulara ulaşabilirler. Tam tersi de olabilir.
2) Tarih: Tarihçiler edebi eserlere bakarak, eserin yazıldığı dönem hakkında bilgi edinebilirler. O dönemdeki yaşam koşullarını bulabilirler.
3) Psikoloji: Edebiyatçıların yazmış olduğu eserlerden psikologlar veya psikiyatrlar psikoanaliz yapabilirler.
4) Coğrafya: Özellikle, yazılan gezi yazılarından coğrafyacılar, o eserdeki yerin coğrafi özelliklerini bulabilirler.

Edebi Eser (Sanat Eseri), malzemesi dil olan, sanat gayesi ile yazılmış, estetik, zevk ve heyecana yönelik olan bir anlatım veya ifade tarzının oluşturduğu yapının adıdır. Edebi eser, insan eseridir, orjinaldir, özgündür, tektir, bireyseldir. Faydaya bağımlı değildir; ama ondan bir takım faydalı bilgiler elde edilebilir. Toplumda yaşanan olayları ve durumları yansıtması bakımından bir ayna görevi görür. Edebi eser kurmacadır. Kurmaca(İtibari), sanatçının dış dünyadan aldığı malzemeyi, kendi anlayışı, dünya görüşü ekseninde yeniden bir kurguyla ortaya koyduğu sonuçtur. Sanatçı her ne kadar gerçeği anlatırsa anlatsın o eser bir kumacadır. Bu anlamda edebi eser bir ayna görevi görür.

Edebi eserin ölçütleri:
1) Eserin alacağı yapı(nesir, nazım),
2) Dil kullanımı,
3) İfade biçimi,
4) Üslup,
5) Edebi sanatlar ve eserde uygulanış biçimi,
6) Eserin hacmi,
7) Konu seçimi,
8) Sanatçının bakış açısı
Edebi akım: Belli bir dönemde, belli bir sanatçı gurubunun ortak bir sanat, estetik veya edebiyat anlayışı çerçevesinde oluşturdukları edebi hareket veya bu ortamda meydana getirmiş oldukları edebi eserlerin bütünüdür.

Edebiyat, aşağıdaki şekillerde tanımlanmaktadır:
1. Estetik amaçlı oldukları kabul edilen yazılı yapıtlar bütünü.
2. Yazıldıkları ülke, çağ, ortam, bağlı oldukları tür açısından ele alınan bu yapıtlar.
3. Bu yapıtlara ilişkin bilgiler, incelemeler bütünü: Edebiyat dersleri.
4. Yapıtların üretilmesi, edebiyatçının, yazarın etkinliği, mesleği.
5. Yapay, yüzey sel. genellikle içtenlikten uzak, süslü yazı ya da söylem için kullanılır: Bütün bu sözler edebiyattan başka bir şey değil.
6. Edebiyat yapmak, bir konuda boş, gereksiz, süslü püslü sözler söylemek: Bırak edebiyat yapmayı da düşündüğünü açıkça söyle.
Edebiyatın ne olduğunu belirlemek için sayısız tanımlar ileri sürülmüştür ama, bunların tümü de, önünde sonunda geçişli-geçişsiz, dışa dönük-içe dönük karşıtlığına indirgenebilir. Kimilerine göre estetik yazının kendi dışında bir amacı yoktur, dolayısıyla da yönetim, politika, gazete vb dilinin, ya da günlük konuşmanın zorunlulukları dışında kalır ve bu özerkliğin sağladığı çok yönlülükle, bir metin olarak, özerk bir yapı olarak, kendi yasaları dışında hiçbir yasa tanımadan kendi kendini oluşturur. Burada hesaba katmak zorunda olduğumuz kavram, gerçekliğin denetimi dışında kalan şeylere yönelik düşsel kavramıdır; ama bu kavram, nesnelliği de beraberinde getirmez, yalnızca yapıtın kendi içindeki karşılıklı bağıntıların varlığını belirler. Ama, düşsel de, sistem de gerçekte ayırt edici özellikler sayılamaz. Örneğin gazetecilik de, politika da, hem düşsel hem sistemlidir. Geçişsizlik de bizi kesin bir yargıya götürmez: bir metin okunduğuna, okunacağına göre. ister istemez okur üstünde etkisi olacaktır, yani okumanın kendisi kendi başına bir etkidir Şunu da unutmayalım ki, bu çözümleme sorunları, çağımızın ortaya çıkardığı sorunlardır: bütün zorluk, toplumsal olarak kurumlaşmış çeşitli söylemleri, çeşitli dilleri değerlendirecek bir karşılaştırma sisteminin yokluğundan kaynaklanır. Aristoteles’in edebiyat kuramı, Platonun mimesis üzerindeki görüşleri, edebiyatın dışında kalan varlıkbilimsel statülerdir. Boleau’nun Art poetique’i yazınsal bir tiplemeden çok sosyal topoloji üzerinde yer alan sınırlı bir topolojidir. Bu bakımdan. Sartre soruna başka bir açıdan bakarak edebiyat nesnesinin konumunu belirlemekte ve üretici etkinliğin koşullarını incelemekte haklıdır.

Bu durumda, edebiyat nesnesini ayırt etme çabasının kendisi de anlamlıdır. Çağdaş eleştiri, edebi olan ile edebi olmayanı ayırt etmeye kalkışmayı boş bir çaba olarak görür. Edebi ile edebi olmayanın birbirleri dışında varlıkları yoktur. Sartre’ın sorgulaması, toplumsal yönü bir yana, batı uygarlığının ayırt edici özelliği olan anlaşılırlık saplantısının bir parçasıdır. Jakobson tarafından tanımlanan ve geçişsizliğin bütün çeşitlemelerini toparlayan şiirsel işlev kavramı, dille anlatım arasında ayrı bir edebiyat kuramını temellendirmek için şart olan bir sınır çizer.

Oysa, dilin genel kullanımında, bir yazı nesnesi, bir okuma nesnesi olan edebiyat azınlıkta kalır. Edebiyat, günlük dilin, uğradığı değişiklik edebiyatı da değişikliğe uğratan kullanım dilinin dışında değil, tam tersine, bu günlük dilin içinde, bu dile yönelik özel bir işlemdir. Y.Lotman bunu çok iyi vurguluyor: edebiyat her zaman ikincildir, işlevini de bu kaçınılmaz dana sonralıktan alır, günlük kullanım diline özerklik ve geçerlik kazandım, bu dili ayıklanması ve örgütlemesiyle onu doğrulamış olur. Burada karşımıza çıkan sorun, düşsellik sorunudur: düşsel’i, yaratılanı yalan, sahte sayamayız; bu, onu bilmemek, tanımamak olur Bir sözün, bir söylemin, düşsel bir yapıtta yer almakla dilsel yapısında bir değişikliğe uğraması, yeni bir sözdizimsel yapıya dönüşmesi zorunlu değildir; bütün değişiklik, bu söylemin yadsınamayacak bir statüye kavuşmasında, yadsınmaktan kurtulmasındadır.

Metnin, geçimsizlikten kaynaklanan çok değerliliği, burada gerçek işlevini bulur. Yadsınamayacak demek, aynı zamanda bozulamayacak, saptırılamayacak. yani kendisi üzerinde kendi dediğinden başka şey söylenemeyecek demektir Yapıtın bu özelliği çok değerli olmasından gelir. Çok değerlilik ya da çok yönlülük, salt bir göndergeyi, yapıt dışında yapıta kaynak ve dayanak olabilecek salt bir gerçekliği yadsır ve edebiyat yapıtının saltlığını temellendirir. Bu çok değerliliğin iki oluşum yolu vardır: eğretileme ve düz değişmece Eğretileme bütünleyici ve mitolojiye dönüştürücü bir işlemdir: çeşitli anlam düzeylerinin bir aşama düzenine göre üst üste sıralandığı anlamsal bir paradigma kurar; yapıtın oluşum sistemini birtakım kodlara bağlar ve çeşitli işaretlerle kültür çağrışımlarını bu kodlara göre birleştirir.

Boileau işte bu sistemin kuramını açıklamıştı. Bunun yanı sıra, eğretileme yoluyla, yapıtın tekilliğine karşıt bir genelde kod dışı bir paradigma da kurulabilir: buna örnek olarak romantizmi ve ikide bir halka, sanata vb. seslenişini gösterebiliriz. Eğretilemenin tersine, düz değişmece, her tekil öğeyi bir yeni düzenlemenin hareket noktası olarak ele alır ve o güne dek kültür ortamında birbirine bağlanmamış verileri yan yana getirerek yeni karma oluşumlar yaratır. Edebi yaratma ve buna bağlı olarak günlük dilin ve söylemin geçerli bir dile dönüşümü eğretileme ve düz değişmece sistemlerinin ardışık ve karma kullanımından kaynaklanır. Düz değişmece ile edebiyatın özerkliği davasında o güne kadar göz ardı edilen yeni veriler onaya çıkmıştır.

• Edebiyat tarihi: Yazarların önceki yapıtlara kendi getirdiklerini katmalarıyla yavaş yavaş gelişen trajediyi inceleyen Aristoteles, bu arada türlerin ve yapıtların tarihi olarak edebiyat tarihini de tanımlamıştır Birçok değişiklik geçirdikten sonra, trajedi artık değişmez olmuş, tam bir olgunluğa ulaşmıştı. Bu “tam olgunluk” sözü, XIX. yüzyılın sonuna dek süren edebiyat tarihi anlayışının temel kavramlarından biridir: zamanı evrim terimleriyle nitelemek, varılan aşamayı, bu evrimin, daha başlangıcında saptanmış en son ve en olgun noktası olarak görmek. Bu durumda, edebiyat tarihi, geçmişi canlandırmanın ve nedenselliği ortaya çıkarmanın güçlükleri yanında yapıtların sürekliliğini ve biçimsel, kurumsal ortaklıklarını da hesaba katmak zorundaydı. Nitekim. Ouintilianus, yazdığı roma belagati tarihini, bu tarihin son ve en yetkin aşaması saydığı Cicero ile noktalamıştı. Rönesans’ta. klasik ve yeni klasik dönemlerde hep bir türün ya da anlatım biçiminin kendi özüne bağlı gelişmesi ele alınmıştı Ancak bütünselleştirici bir tarih bilincinin uyanmasıyladır ki edebiyat tarihi de bütünleyici bir anlayışa varabildi. 1763’te John Brown, şiir tarihini evrimci bir şemaya göre inceledi: başlangıçta türkü, dans ve şiirin beraberliği, sonra ayrılma ve her sanatın kendi alanında uzmanlaşması, daha sonra da ilk ve saf estetik beraberlikten uzaklaşmanın ve balı olarak bozulma ve çöküş. XVIII. yy.’ın sonunda Herder ve Frıedrıch Schlegel edebiyat tarihinin sürekliliği ilkesini ortaya attılar doğada sıçrama yoktur.

Birincisi, ilk türkülerin görkeminden bu yana şiirin gerilediğine inanıyordu, ikincisi, bu sürgün ve çiçeklenme benzetmesini daha bir kesinlikle ıslıyor, takat bunu yalnız Yunan şiiri ve edebiyatı için geçerli sayarak, çağının şiirini gelişmesi tamamlanmamış bir aşama olarak görüyordu. Grimm kardeşler ise, benzer ilkelerden yola çıkarak, sözlüden yazılıya geçiş sorunu üstünde durdular ve bu geçişe bir düşüş, bir gerileme gözüyle baktılar. Hegel’in estetiği de bir simge sistemine dayanması ve sanatın son yetkinliğe ancak felsefede ulaşacağını ilen sürmesi bakımından türler tarihine doğrudan bağlanır. Spencer ve Darwinin edebiyat tarihine katkısı, yapıtların kalıcılığı ve geçiciliği sorununa açıklık getirilmesini sağladı. John Addıngton Symonds, Elizabeth dönemi drar’ incelediği araştırmasında, yazara yoklan varetme anlamında bir yaratıcılık tanımayarak, gelişmeyi, çekirdek halindeki öğelerin yavaş yavaş olgunlaşmasına bağlıyordu Taine’in özelliği dar bir gerekirciliği savunması, ama Hegel’in temel savlarıyla bağlantısını da kesmemesidir. Bunun içindir ki Spencer ve Comte’u açıkça eleştirmiş ve edebiyat tarihini, iç nedenlerin, kendiliğinden gelişmenin araştırılmasını gerektiren bir donemler dizisi ve bunların zamanda sıralanması olarak tanımlamıştır. Çünkü edebiyat, örgütlenmiş bir bütün olarak düşünülen büyük tarihin tur parçasıdır. Buradan da, çeşitli edebiyat kümelerini birbirinden ayırt etmeye yarayan dönem kavramına varırız: Tanzimat romanı, Cumhuriyet dönemi romanı.

Fransız edebiyat tarihçisi Brunetiere de edebiyat türlerini Darwin ve Spencer’in türleri gibi ele alır: Racine’in Phedre’ı Rönesans döneminde doğan ve Lemercier’ den sonra da bütün önemini yitiren fransız trajedisinin en yetkin örneği ve gerileme sürecinin başlangıcıdır. Bir edebiyat türünün sürekliliğini ya da geçiciliğini bir özete sığdırmak ve bu türle zooloji biçimlerinin evrimi arasında herhangi bir kesin bağlantı kurmak olanaksızdır. Ama yine de bu tarihçilerin yöntemlerinden alacağımız bir ders vardır: Edebiyat tarihi, eşzamanlı tarihsel verilerden, yapıtlar dizisi de biçimlerin evriminden ayrı düşünülemez ve edebiyat tarihçisine düşen, bütün yapıtları hesaba katmak ve bir dönem ya pıtları arasındaki aşama düzeninin bir tarihsel olgu ve tarihin belirleyici bir öğesi okluğunu unutmamaktır. L.Goldmann’m ilgi alanı ise bir dönemin ve bir sınıfın bi cimsel oluşumu ve imgeler sistemiydi. Prag okulu, tarihsel bir görüş açısından kaynaklanan değer ayırtımı dışında yapıtların eşzamanlı incelemesine olanak olmadığını ileri sürüyordu.

Edebiyat tarihinin hem tekili hem de geneli kapsayan bir bilim olabilmesi, ancak edebiyat sorununun yazar sorunuyla birlikte ele alınmasına bağlıdır. Bu da yazarın yaşamı ve yapıtıyla birlikte gerçek bir birey olarak görülmesini gerektirir Bu tekilliği tarihsel bir sistemlemenin boyutla rina yükseltmek Gustave Lanson’a düştü. Hareket noktası basit bir tıkırdı: edebiyat araştırmalarını ilerletmenin tek yolu onu, edebiyat “nesne “sine en yakın bilim dalına, yani tarihe bağlamaktı Tarih demek, olguların, metinlerin, olayların saptanma sı; bu olguların edebiyat alanına, içten (etkiler, kaynaklar, yazarlar arasındaki ilişkiler), dıştan (dönem, ulus) ve edebiyat sosyolojisi açısından (kurumlar, dağıtım, okuma) bağlanması demektir Ne var ki, bu edebiyat tarihi, hem tarih tarihçileri, hem de yazarlar taralından reddedilmiş, bizi gerçek bir kültür tarihine götüremediği ve estetik veriyi hiç hesaba katmadığı için suçlanmıştır. Onun bunun sözüyle hare ket eden. tanıkların dediklerine dayanan, edebiyatı dışından kavramaya kalkışan böyle bir edebiyat tarihi, fıkralara ve dedikodulara boğduğu sanat yapısının iç devinimini ve kendinden kaynaklanan gücünü göremez, görmek de istemez.

Edebiyat tarihinin karşılaştığı bu sorunlara, Bahtin’den Goldmann’a kadar dilbilimciler, biçimciler, psikanalizciler, toplumbilimciler, bunların yanı sıra freudculer mancalar, Frankfurt okulundan esinlenen birçok araştırmacı (özellikle de son louıı Lotman, Hans Robert Jauss ve Konstanz okulu) kendi açılarından çözüm getirmeye çalışmaktadırlar.

• Edebiyat sosyolojisi: Edebiyat sosyolojisi, sosyal, iktisadı, siyasal ve dinsel koşulların yapıtların içeriği, biçimi ve türü üzerinde ve bu üretimin sosyal ortam üzerindeki etkilerini inceler. Bununla birlikte, edebiyatın öteki sanat ürünlerinde görülmeyen bir ayrıcalığı vardır. Yazar, sosyal yabamın bağıntılarını ve mekanizmalarını, ayrıca da çeşitli insan tiplerinin düşünce ve davranışlarını günlük dile aktaran kimsedir. Dolayısıyla, edebiyat sosyolojisi, edebiyatın sosyal gerçekliği yansıttığı görüşündedir.

• Türk edebiyatında “edebiyat” terimi: Tanzimat’tan sonra kullanılmaya başlandı Daha önceleri bu anlamda, “şiir ve inşâ (nesir)” sözleri vardı Arapçada. “ilm ül-edeb” (edep bilimi) adı altında. Söz ve yazıda yanlış yapmamayı öğreten bilini” anlamında kullanılan “edeb”. Tanzimat döneminde, ilkin Şinasi’nin bir yazısında “lenn-i edeb” diye anılarak “iyi ahlak öğrettiği için edebî denildiği o yolda yazanlara da ‘edib’ adı verildiği” hatırlatıldı. Fakat, “edeb” kelimesinden türetilen “edebiyat” terimini en başta kimin kullandığını bilmiyoruz. En eski örnek, Namık Kemal’in. “Lisanı Osmani’nin edebiyatı hakkında bazı mülâhazatı şamildir” (Tasvır-ı efkâr, 1283/1866, sayı 416-417) başlıklı uzun makalesindedir Namık Kemal, daha sonra yayımladığı Bahar-ı danış önsözü (1873), Tahrıb-ı Hârâbat (1885) ve irfan Paşa’ya mektup’ ta (1887) ve “edebiyat” terimini kullanarak edebiyatın gerçeğe, akıl ve mantığa uygun olması, düşünceleri eğitmeye (terbiye-i efkâr) ve ahlakı düzeltmeye (tehzib-i ahlak) yönelik bulunması gerektiğini öne sürdü.

“Edebiyat” terimi, Recaizade Mahmut Ekrem’in “Talim-i Edebiyat” adlı kitabından sonra iyice yaygınlaştı; makale ve kitap adlarında da kullanıldı. Şemsettin Sami, Lisan ve edebiyatımız; Ebülziya Tevfik, Nümune-i edebiyat-i osmaniye; Muallim Naci, İstılahat-ı Edebiyye vb.















































Edebiyat sadece rastgele yazılmış
yazılardan oluşmaz. Esasında edebiyat eserleri pek çok farklı bilimin zaman
zaman yararlandığı bir sanat dalı olmuştur. Özellikle gerçekçilik akımı ile
yazılan kurgu romanlar ve otobiyogrofi - biyogrofi türünde verilen eserler
yazıldıkları yıllarda yazarın o dönemi anlatması açısından büyük önem arz eder.
Bu türdeki edebi eserler Tarih, antropoloji ve psikoloji bilimlerinin veri
kaynaklarıdır çünkü yazarlar yazılarında yaşadıkları dönemin insanlarını,
yerlerini, toplumun davranışını ve dönemin şartlarını anlatırlar.

Edebiyatla ilgilenmek, roman, hikaye, deneme ve
şiir gibi türlerde eserleri okumak bir anlamda da hiç tanımadığın ve tanıma
şansına sahip olmadığın insanlarla sohbet etmeye benzer. Dünyanın pek çok
yerinden pek çok yaşam deneyimine sahip insanların yazdıkları ile okuyan sadece
çevresinde gördükleri ve duydukları ile sınırlı olan hayata olan bakış açısını
genişletir, kendine sormayı hiç aklına getiremediği soruları kendine sorarken
bulur. Edebiyat bir düşünceyi okuyanalara dikte etmez, okuyanı düşünmeyi ve daha
geniş kapsamlı olaylara bakabilmeyi önerir.

Edebiyatın bir diğer faydası da hayal gücünü
genişletmesidir. Yukarıdaki farkı, bu sefer edebi eserler gerçekçilik akımı ile
yazılmadığında oluşur. Gerçekte var olmayan kişiler, olaylar, yerler, mekanlar,
araçlar ve gereçler insanları geleceği daha farklı yorumlamaya, hayal
edilenleri bir nevi gerçekleştirmeye itebilir. Bunun pek çok örneği teknolojik
ilerlemeler ile geçmişte romanalrda hayal olarak görülen olayların sonraları
gerçekleşmiş olmasıdır, örneğin insanların denizaltlarını yapması, dünyayı
uçarak dolaşması ve hatta Ay'a gitmesi gibi.

Toparlamak gerekirse, edebiyatın hayatımızdaki
faydaları kabaca üç farklı başlık altındadır. Bilime yararlı olması nedeniyle
edebiyat, geçmişe dair bilgi verebildiği için. Düşünce ve bilgi birikimini
geliştirmesi açısından edebiyatın yararları ve bir de hayal gücünü ve geleceği
şekillendirme becerisi açısından edebiyat olmak üzere.

Edebiyat tarihimizde birçok kitap yayımlandı fakat bugünlere çok azı kaldı. Kitaplar dizilere, filmlere, tiyatrolara konu olurken yazarları parklara, caddelere, sokaklara isim olarak verildi. Biz de sizler için   Cumhuriyet'in ilk döneminden bugüne kadar eserleri ile edebiyatımızda önemli yer edinen isimlerini listeledik.


Halide Edib Adıvar
Yazar kimliğinin dışında siyasetçi, akademisyen, öğretmen ve onbaşı olması ile de dikkat çekmesinin yanı sıra ülkenin işgaline karşı halkı harekete geçirmek için İstanbul’da yaptığı konuşmalarla zihinlerde yer eden bir hatiptir.

II. Meşrutiyet’in ilanı ile beraber eser vermeye başlayan ve dönemin en çok eser veren isimleri arasında kısa sürede yer edinen Halide Edib’in en bilinen eseri ise Sinekli Bakkal’dır. Yirmiden fazla roman, öykü kitabı ve tiyatro eserinin yanında incelemeleri de bulunmaktadır. Kadının eğitilmesine ve toplum içindeki yerine çok sık yer veren, özellikle kadın haklarına yoğunlaşması ile bilinen Halide Edib’in birçok eseri de sinemaya ve televizyon dizilerine uyarlanmıştır.

Sinekli Bakkal dışında Ateşten Gömlek, Vurun Kahpeye, Handan, Türk’ün Ateşle İmtihanı okurların ilgisini çeken diğer eserleridir.


Ömer Seyfettin

Ömer Seyfettin, 36 senelik kısa yaşamına sığdırdığı eserler ile edebiyatımızda önemli bir yeri olan fakat hem yaşadığı dönemde hem de öldükten sonraki süreçte pek değer görmeyen şanssız edebiyatçılarımızdan. Hastalık sürecinde hastanede bir başına olması ve öldükten sonra hastane çalışanlarının kendisini tanımadığı için “kimsesiz” diye nitelendirerek kadavra olarak kullanmaya başlaması trajiktir. Arkadaşlarının gazete haberini görmesi üzerine hastaneden alınsa da bedeni çoktan parçalanmış haldedir.

Edebiyatımızın önde gelen isimlerinden biri olan ve kısa hikâyeciliğimizin kurucu ismi Ömer Seyfettin eser verdiği yıllarda Türkçede sadeleşmeyi savunmasının yanında edebiyatta Türkçülük akımının da kurucuları arasındadır. Yalnız Efe, Kaşağı, Efruz Bey dikkat çeken eserleridir.




Peyami Safa 
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih Harbiye, Yalnızız, Bir Tereddüdün Romanı gibi öne çıkan eserleri ile bilinen Peyami Safa, hem Osmanlı dönemini hem de Cumhuriyet dönemini görmüş aydın edebiyatçılarımız arasındadır. Server Bedi adını da kullanan Peyami Safa yazarlığının yanı sıra bir süre köşe yazarlığı ve gazetecilik yapmıştır. Dönemin birçok gazete ve dergisinde eserleri yer almıştır.

Yaşadığı acı dolu günleri ve ruhsal bunalımlarını eserlerine yansıtmış ve oldukça sevilmiştir, düşünceyi öne çıkardığı eserlerinde ise eleştiriler almıştır. Peyami Safa eserlerinin dışında çıkardığı dergiler ile de edebiyatımıza oldukça katkı sağlamıştır.




Reşat Nuri Güntekin 
Özellikle eserlerinin birçok kez televizyon ve sinemaya uyarlanması ile okurlar tarafından daha çok bilinen Reşat Nuri Güntekin roman, öykü ve oyun yazarıdır. Müfettişlik görevinden kaynaklı Anadolu’nun birçok noktasını gezdiği için gördüğü birçok soruna eserlerinde yer vermiş ve bunları insan-çevre ilişkisi içerisinde yansıtmıştır.

Birçok eseri olmasına rağmen Çalıkuşu, Acımak, Yaprak Dökümü, Miskinler Tekkesi ve Dudaktan Kalbe daha çok ilgi çekmiştir. Bu ilginin temel sebebi ise eserlerin birkaç kez diziye uyarlanması ve okurların yazarı daha çok dizilerden sonra tanımaya başlamasıdır.




Ahmet Hamdi Tanpınar
Cumhuriyet tarihinin ilk öğretmenleri arasında olan ve Bursa'da Zaman şiiri ile geniş bir okur kitlesi edinen Ahmet Hamdi Tanpınar öğretmen, şair, romancı, öykücü, çevirmen ve edebiyat tarihçisidir. Bir süre de Maraş milletvekilliği yapmıştır.

Yahya Kemal’in öğrencisi olmasının yazım hayatında oldukça etkileri vardır. Hatta o zamanlar Yahya Kemal’in çıkardığı Dergâh’ta 11 şiiri yayımlanmıştır Ahmet Hamdi’nin. Şiirden sonra bir süre çeviri ile uğraşmış ardından da Ahmet Kutsi Tecer ile "Görüş" dergisini çıkarmıştır. İlk romanları gazete ve dergilerde tefrika edilmiş ardından kitaplaştırılmıştır. En çok dikkat çeken eserleri ise: Saatleri Ayarlama Enstitüsü, Huzur, Beş Şehir, Mahur Beste.



Sait Faik Abasıyanık 
Çağdaş hikâyeciliğimize yaptığı katkılarla edebiyatımızda bir dönüm noktası sayılan Sait Faik, klasik öykü tekniğinin yıkarak daha şiirsel bir dille doğayı ve insanları basit, samimi, iyi ve kötü taraflarını ele alarak ustaca anlatmıştır. Bu anlatımlarında edebi anlayışların etkisinde kalmamış ve belli bir tarza yönelmemiştir.

Toplum problemlerine değil de bireyin toplum içerisindeki sorunlarına yönelmiş ve öykülerinde genel olarak kendisinden yola çıkarak bireyleri yazmıştır. Bu öykülerinde çoğu kez şehirli alt sınıfı kaleme almıştır. Alemdağ’da Var Bir Yılan, Semaver, Son Kuşlar, Lüzumsuz Adam, Kayıp Aranıyor gibi kitapları okurların ilgisini çekerken Sait Faik adına her sene bir öykü ödülü düzenlenmektedir.




Sabahattin Ali
“Hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim. İkinci defa oynayamam...”

41 yıllık kısa yaşam süresine sığdırdığı eserler ile edebiyatımızın unutulmaz isimleri arasına giren Sabahattin Ali Ağırlıklı olarak öykü üzerine eserler vermiştir fakat romanlarıyla ön plana çıkmıştır. Özellikle Kürk Mantolu Madonna’nın bir popüler kültür ürünü haline gelmesi Sabahattin Ali’nin bilinirliğini daha da artırmıştır. Çeşitli şehirlerde eğitim görmesi, öğretmenlik yapması ve cezaevinde kalması gibi durumları eserlerine yansıtırken aynı zamanda eserleri birçok sinema filmine konu olmuştur.

Aşk, sevgi ve kırsal kesmin sorunlarına değinen öyküler yazan Sabahattin Ali’nin şimdilerde en çok ilgi çeken romanı Kürk Mantolu Madonna, o dönemin Hakikat gazetesinde ‘Büyük Hikâye’ başlığı altında 48 bölüm olarak yayımlanmıştır. Aynı zamanda bu roman birçok dile de çevrilmiştir. Öykü, roman, şiir, çeviri alanında eserler veren Sabahattin Ali, Bulgaristan sınırını geçmek üzereyken uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybetmiştir. Dikkat çeken diğer eserleri ise: İçimizdeki Şeytan, Kuyucaklı Yusuf, Değirmen ve Yeni Dünya…



Kemal Tahir
Devlet Ana, Esir Şehrin İnsanları, Kurt Kanunu, Yorgun Savaşçı gibi kült eserleri edebiyatımıza kazandıran Kemal Tahir edebiyatımızın en üretken isimler arasındadır. Benimsediği Sol dünya görüşünü ve Marksizmi toplum yapısına uyarlamaya çalışmış ve bunu romanlarına da yansıtmıştır.

İstanbul’a döndüğü yıllarda "Vakit", "Haber", "Son Posta" gazetelerinde röportaj ve çeviriler yapmış, gazetelerin ardından da Yakup Kadri, Arif Nihat Asya gibi şair ve yazarların içinde bulunduğu “Geçit” adlı bir edebiyat dergisi çıkarmıştır.

Kemal Tahir uzun yıllar hapiste kalmış bu süreçte takma isimler ile mizah öyküleri ve polisiye romanlar yazmıştır. Kitapları Halit Refiğ, Metin Erksan, Atıf Yılmaz gibi yönetmenler tarafından sinemaya aktarılan Kemal Tahir’in Namuscular, Karılar Koğuşu, Esir Şehrin İnsanları, Dam Ağası, Bir Mülkiyet Kalesi gibi romanları ölümünden sonra yayımlandı.




Rıfat Ilgaz
Rıfat Ilgaz denince birçok kişinin aklına ilk olarak Hababam Sınıfı geliyor olsa da Rıfat Ilgaz sadece bir romancı değil bunun yanı sıra öykücü ve şairdir. Yazılarında her zaman toplumcu çizgisini devam ettirmesinin dışında bir de ülkenin zor günler geçirdiği dönemde dergi çıkarmaya devam etmiş bir isimdir. Edebiyatımızın en üretken isimlerinden olan Rıfat Ilgaz, yazın hayatına şiirden mizah öykülerine, romandan çocuk kitaplarına birçok farklı alanda eser sığdırmıştır.

Umut Bugay’ın senaryolaştırdığı ve Ertem Eğilmez yönetmenliğinde çekilen Hababam Sınıfı’nın sinemada oldukça ilgi uyandırmasının ardından Ilgaz’ın bilinirliği artmış ve diğer eserleri giderek ilgi görmeye başlamıştır. Sevilen eserleri şunlardır: Halime Kaptan, Karartma Geceleri, Hababam Sınıfı, Bacaksız Okulda, Apartman Çocukları...



Orhan Kemal
Türk edebiyatının büyük ustaları arasında yer alan Mehmet Raşit Öğütçü veya kullandığı adıyla Orhan Kemal roman, hikâye, oyun, şiir tarzında eserler verdi fakat daha çok romancılık yönü ile tanındı. İlk öykü kitabı Ekmek Kavgası ve ardından yayımladığı otobiyografik roman dizisi olan Küçük Adamın Notları ile bir üne kavuştu.

1940’lı yıllarda ilk öykülerini Bacaksız Orhan takma adı ile yayımlamış ardından 43 yılında İkdam gazetesinde Asma Çubuğu öyküsünde Orhan Kemal adını kullanmış ve böyle devam etmiştir. Adana’da toprak ve fabrika işçilerinin dünyasını, İstanbul’daki gecekondu mahallelerini ve fabrika çevrelerini eserlerine yansıtmış bu durum okurlar tarafından beğeniyle karşılanmıştır. Başyapıtları arasında Hanımın Çiftliği, 72. Koğuş ve Murtaza adlı eserleri bulunmaktadır.



Yusuf Atılgan 
“Benim yazarlığımdan daha önemlisi günlük yaşamım” diyen Yusuf Atılgan çok az eser vermesine rağmen romanlarında psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bir yazar olarak tanınmış ve modern Türk edebiyatının önde gelen ustaları arasında yerini almıştır.

Ömer Kavur tarafından Anayurt Oteli’inin 1987’de sinemaya uyarlanması ile beraber bilinirliği artmıştır. Aynı zamanda film 24. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nden ödülle dönmüştür. Yusu Atılgan’ın diğer bilinen eserleri Canistan ve Ekmek Elden Süt Memeden’dir. 



Vüs’at O. Bener  
1950'de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin birlikte düzenlediği öykü yarışmasında Dost isimli öyküsüyle üçüncülük kazanan Vüs’at O. Bener ya da tam adıyla Vüs’at Orhan Bener, kazandığı bu ödülle beraber edebiyat dünyasında tanınmıştır. Seçilmiş Hikayeler, Varlık, Yeditepe dergilerinde yayımlanan şiir ve öyküleriyle de dikkatleri üzerine çeken yazarın ham gerçekliği edebi bir temele oturtarak ele alması ve daha çok özyaşamöyküsel nitelik taşıyan öyküler kaleme alması da bilinen yönlerindendir.

Sürekli yeni anlatım biçimleri arayan Vüs’at O. Bener bu süreçteki denemelerinde sürekli eleştiriler almıştır. Bay Muannit Sahtegi'nin Notları, Dost Yaşamasız, Havva  sevilen eserleridir.  



Yaşar Kemal
Ülkemizden Nobel Edebiyat Ödülü’ne ilk aday gösterilen, eserleri birçok dile çevrilen, Anadolu’nun efsane ve masallarından faydalanan, senarist ve öykü yazarı edebiyatımızın koca çınarı Yaşar Kemal.

Beş yaşındayken, babasının camide öldürülüşüne tanık olan ve zor bir çocukluk geçiren Yaşar Kemal’in ilk eserleri Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiş, bunlardan İnce Memed yaklaşık kırk dile çevrilmiştir. 50’li yıllara kadar çeşitli yayımlarda Kemal Sadık Gökçeli adı ile yer almış olsa da Cumhuriyet gazetesine geçtikten sonra eserlerinde Yaşar Kemal adını kullanmıştır.

İnce Memed, Ağrıdağı Efsanesi, Sarı Sıcak, Teneke gibi birçok eseri ile edebiyatımızda çok önemli bir yere sahip olan Yaşar Kemal, 2014 yılında Bilgi Üniversitesi’nin kendisine ‘fahri doktora’ vermek için düzenlediği törene sağlık sorunları sebebi ile katılamamış ancak bir mesaj göndermiştir. Bir vasiyet niteliğinde olan, mücadeleyi öngören mesajı şu şekilde:

"Bir, benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İki, insanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Kimse kimseyi aşağılayamasın. Kimse kimseyi asimile edemesin. İnsanları asimile etmeye can atan devletlere, hükümetlere olanak verilmesin.

Benim kitaplarımı okuyanlar bilsinler ki, bir kültürü yok edenlerin kendi kültürleri, insanlıkları ellerinden uçmuş gitmiştir.
Benim kitaplarımı okuyanlar yoksullarla birlik olsunlar, yoksulluk bütün insanlığın utancıdır. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar."



Adalet Ağaoğlu
Roman ve öyküleri ile tanıdığımız fakat deneme, anı, tiyatro ve radyo oyunları alanlarında da eserler veren Adalet Ağaoğlu edebiyatımızın en önemli romancıları arasındadır. Türkiye'nin değişik dönemlerini ve bu dönemlerin insan hayatlarına etkisini inceleyen eserler veren ve bunlarla tanınan yazar aynı zamanda oldukça üretken bir isimdir.

Edebiyata olan ilgisi şiirle başlamış, oyun yazarlığı ile devam etmiş ve hatta Ankara'nın ilk özel tiyatrosu olan "Meydan Sahnesi"ni kurmuş, ardından Meydan Sahne Dergisi'ni çıkarmış olsa da okurları tarafından romanları ile bilinmiştir. Ölmeye Yatmak, Bir Düğün Gecesi, Fikrimin İnce Gülü öne çıkan eserleridir. 



Füruzan
Toplumun ezilmiş, hakkı yenmiş, duyarlıklı iç dünyaları keşfedilmemiş insanlarını yazan Füruzan, Çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerindendir. Eserleri tiyatro ve sinemaya uyarlanan Füruzan öykünün yanı sıra şiir, roman, gezi yazısı, deneme ve çocuk kitabına kadar edebiyatın farklı türlerinde eserler vermiştir.

İlk eserlerini “gençlik hevesi olarak adlandıran Füruzan, asıl eserlerini 60’lı yıllardan sonra vermeye başladı. İlk kitabı Parasız Yatılı ile 1972 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı kazanınca bu ödülü alan ilk kadın yazar olmasının da etkisiyle ünlendi. Sevilen eserleri ise: Parasız Yatılı, Kırk Yedi'liler, Sevda Dolu Bir Yaz, Gecenin Öteki Yüzü.



Oğuz Atay
'Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?'

70’li yıllara kadar çeşitli dergi ve gazetelerde söyleşi ve makaleleri yayımlanmasına rağmen pek bilinirliği olmayan Oğuz Atay, Türk romanını çağdaş romanlar ile aynı hizaya getiren Tutunamayanlaradlı eseri ile 1970 TRT Roman Ödülünü alınca dikkat çekmiş ve çeşitli tartışmaların ortasında kalmıştır. Tutunamayanlar’ın ardından ikinci romanı Tehlikeli Oyunlar’ı ve öykülerini bir araya topladığı Korkuyu Beklerken’i yayımlamıştır. Beyninde çıkan bir tümör nedeniyle büyük projesi "Türkiye'nin Ruhu"nu yazamadan 13 Aralık 1977'de, İstanbul'da hayatını kaybetmiştir. Öldükten sonra Günlük ve Eylembilim adlı kitapları yayımlanmıştır. Sağlığında hiçbir eseri ikinci baskısını yapmayan Atay’ın ölümünden sonra kitapları yüzlerce kes basılmıştır. Son yıllarda ise popüler kültürün etkisi ile dizi ve filmlerde kitaplarından çeşitli bölümler sahnelendirilmiştir hatta duvar yazılarına dahi konu olmuştur. Yaşasaydı ve daha çok yazsaydı diye iç geçirdiğimiz Atay’ın tüm eserleri: Tutunamayanlar, Tehlikeli Oyunlar, Korkuyu Beklerken, Bir Bilim Adamının Romanı, Oyunlarla Yaşayanlar, Eylembilim, Günlük.



Sevgi Soysal

Bir dönem "Dost", "Yelken", "Ataç", "Yeditepe" ve "Değişim" dergilerinde toplum karşısında bireyin tedirginliğini öne çıkaran ‘‘yeni gerçeklik’’ akımından izler taşıyan öykü ve yazılar kaleme alan Sevgi Soysal’ın ilk öykü kitabı Tutkulu Perçem, 1962 yılında yayımlanmıştır. 12 Mart döneminde kısa süreli tutuklu kalmasının ardından  TRT’deki işinden ayrılmak zorunda kalan Soysal bu dönemi oldukça zor geçirmiş ve hayatında derin izler bırakan bir dönem olarak hayatında yer etmiştir. Siyasal nedenlerde daha sonra tekrar tutuklanmış ve cezaevinde geçirdiği yıllarda yazdığı Yenişehir'de Bir Öğle Vakti adlı romanıyla 1974 yılında Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanmıştır. 40 yaşında bizlere veda eden Sevgi Soysal geride çok değerli eserler bırakmıştır: Yenişehi'de Bir Öğle Vakti, Tante Rosa, Yürümek, Şafak...



Ferit Edgü
Mavi dergisinde yazmaya başladığı zamanlarda isminden söz ettiren Ferit Edgü öykücülüğünün yanı sıra şair, romancı ve deneme yazarıdır. Kurduğu Ada Yayınları ile pek çok yerli ve yabancı yazar ve şairin eserlerini yayımladı. Er-öğretmen olarak gittiği Hakkari’nin Pirkanis köyünde yaşadıklarını yıllar sonra düşle gerçeği bir arada kurgulayarak kaleme almış ve O/ Hakkari’de Bir Mevsim adı ile yayımlamıştır. Roman daha sonra Onat Kutlar’ın senaryosuyla Erden Kıral tarafından "Hakkari'de Bir Mevsim" adıyla filme de çekilmiştir.

Okurları tarafından tüm eserleri severek takip edilse de bunların arasından son yıllarca en çok öne çıkan Her Şeyin Sonundayım Tezer Özlü -Ferit Edgü Mektuplaşmaları'dır. 



Tezer Özlü
“İnsanın başkalarına söyledikleri duymak istedikleridir. Yazdıkları, okumak istedikleridir. Sevmesi, sevilmeyi istediği biçimdedir.”
Türk edebiyatının gamlı prensesi olarak da nitelendirilen Tezer Özlü, az sayıda kitabı olmasına rağmen edebiyatımızı çok fazla etkileyen isimler arasında yer almıştır. 62 yılı ve sonrasında dergilerde yayımladığı öykülerini 78 yılında bir araya toplayarak Eski Bahçe başlığı altında kitaplaştırmıştır. Ardından İstanbul’da psikiyatri kliniklerinde kaldığı zamanda kaleme aldığı ve aynı zamanda ilk romanı olan Çocukluğumun Soğuk Geceleri’ni 80 yılında yayımladı. Svevo, Kafka ve Pavese’den çok fazla etkilenen ve bunların izinden yazdığı Yaşamın Ucuna Yolculuk ile 1983 Marburg Yazın Ödülü’nü kazandı. Ölümünün ardından Leyla Erbil ve Ferit Edgü ile mektuplaşmaları kitaplaştırıldı ve okur tarafından oldukça ilgi gördü.  


Sizlerden gelen yoğun ilgi üzerine Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan şairlerimizi ve şiirlerini derlemeye devam ediyoruz. Yine birbirinden özel ve dinlemekten keyif alacağınız 15 şiiri sizler için derledik.

1. Acıyor – Turgut Uyar
“Mutsuzluktan söz etmek istiyorum
Dikey ve yatay mutsuzluktan
Mükemmel mutsuzluğundan insansoyunun
Sevgim acıyor
Biz giz dolu bir şey yaşadık
Onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını
Bir sevinç sanarak”
turgut uyar


2. İçinden Doğru Sevdim Seni – Edip Cansever
“İçinden doğru sevdim seni
Bakışlarından doğru sevdim de
Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
Beni sevdiğin gibi sevdim seni
Kar bırakılmış karanlığından.”
edip cansever


3. Sultan – Cahit Zarifoğlu
“Hayat bir boş rüyaymış
Geçen ibadetler özürlü
Eski günahlar dipdiri
Seçkin bir kimse değilim
İsmimin baş harflerinde kimliğim
Bağışlanmamı dilerim
Sana zorsa bırak yanayım
Kolaysa esirgeme”
cahit zarifoğlu


4. Buluşmak Üzere – Can Yücel“Diyelim yağmura tutuldun bir gün
Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek
Öbür yanda güneş kendi keyfinde
Ne de olsa yaz yağmuru
Pırıl pırıl düşüyor damlalar
Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın
Dar attın kendini karşı evin sundurmasına
İşte o evin kapısında bulacaksın beni”
can yücel


5. Sessiz Gemi – Yahya Kemal Beyatlı“Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.
Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.”
yahya kemal beyatlı

 ‘İNCE MEMED’İ OKUDUĞUMDA 13 YAŞINDAYDIM (HASAN ALİ TOPTAŞ YAZDI)
Hevese ‘havas’ derler, biz çocukları da, “Her şeye havas etmeyin, her şeye havas etmeyin!” diye sürekli uyarırlardı. Uyaran ses annemizin, babamızın ağzından konuşan yoksulluğun sesiydi hiç kuşkusuz. Bu uyarıların kıskacında, daha o yaşta içimiz kocaman bir heves mezarlığına dönüşmüştü. Heves ettiğimiz şeyler, ergenliğimizi süsleyecek ufak tefek şeylerdi aslında; kemerdi, gömlekti yahut İspanyol paça bir pantolondu. Hadi diyelim, cafcaflı bir dolmakalem ya da jantlarından parıltılar saçan, gidonu püsküllü bir bisikletti. Sonra ben kendimde nasıl bir cevher gördüysem artık, tuttum, bağlamaya heves ettim ve ağlaya zırlaya, sonunda bir bağlama edindim. Edinir edinmez de kasabadaki bir bağlama ustasının öğrencisi oldum.
Türk edebiyatının en iyi 100 eseri

Huzuruna vardığımda ustamın ilk işi, bağlamanın plastik tezenesini alıp yere fırlatmak oldu. Fırlatırken de, “Tezene dediğin kiraz kabuğundan yapılır yahu”, diye bağırdı. “Ders bir”, dedim ben içimden ve hemen seğirttim tabii, kirazların gövdesinden kabuk kestim geldim. Usta onlardan tezene yaparken, elinde çakı, bana uzun uzun ağaçları anlattı sonra. “Köklerinden ayrılınca ölmezler, toprağa karışıp yok oluncaya kadar yaşarlar” dedi ve bu konuda sağdan soldan, kapıdan pencereden çeşitli örnekler verdi. 22 yıl sonra yazacağım gürgenin hikâyesi zihnimin uzak bir köşesinde o sırada mı yeşermeye başladı, hiç bilmiyorum. Bildiğim şu ki, yanından ayrılırken ustam sıkı sıkı tembihledi beni o gün; “Eve gidince bağlamayı duvara yaslama, sapı eğrilir sonra, düzen tutmaz, tavana as, boşlukta sallansın” dedi.
İnce Memed - YAŞAR KEMAL 1955
Aldığı puan: 431
Ben de öyle yaptım, bağlamayı tavandaki çengele astım. Aman başına bir iş gelmesin diye, dikkatlice yaptım bunu. İşte, tavandan sarkan hevesimin altına kurbağa gibi yüzükoyun uzanmış, arkadaşımdan ödünç aldığım Yaşar Kemal’in ‘İnce Memed’ini okuyordum o günlerde. Büyük bir heyecanla okuyordum. Hatçe Kozan’a sevk edilirken Memed onu jandarmaların elinden almıştı artık, Iraz’la birlikte üçü mağarada saklanıyorlardı. Yokluklarla dolu, koca bir kış geçmişti üstlerinden. Derken, ikide bir iz sürme tutkusuna yenik düşen, düşünce de iyiliği, kötülüğü unutup adeta kendinden geçen Topal Ali yeniden çıktı sahneye. Fakat bu sefer tuttu kendini, Asım Çavuş’un ısrarlarına rağmen izini sürmedi Memed’in. Yine de jandarmalar mağaranın önüne kadar geldiler ve çatışma başladı. Aniden silah sesleriyle doldu ortalık. Benim elim de yanı başımda duran üzüm tepsisine daha hızlı gidip gelmeye başladı o sırada. Üzüm tanelerini koparıp koparıp ağzıma atmıyor, namluya sürüyordum sanki. Derken tuttu, çatışmanın en şiddetli yerinde Hatçe’nin doğum sancıları başladı. O an ne yapacağımı şaşırdım ben, şaşırdım ve kulaklarımda yankılanan Hatçe’nin çığlıklarıyla birlikte silah seslerinin arasından doğrulup heyecanla ayağa kalktım. Kalkar kalkmaz da başım tepemden sarkan hevesime çarptı tabii, hevesim çengelden kurtulup yere düştü ve kırıldı.
‘İnce Memed’i okumaya başladığımda 13 yaşındaydım ama o gün romanın sonuna geldiğimde 13’ünde değildim kesinlikle, iki günde birkaç yaş birden büyümüştüm. Zihnim derin bir nefes almıştı sanki, renkleri, kokuları, sesleri ve ışıltılarıyla birlikte tabiat gelmiş, içime dolmuştu. Bütün bunların yanı sıra, yazma hevesim de hatırı sayılır ölçüde rüzgâr almıştı, hissediyordum. Uzun süre hissettim bunu.
40 küsur yıl sonra da, Ethem Baran, Abdullah Ataşçı ve ben, Yaşar Kemal’i dünya gözüyle görelim dedik; “İnce Memed’i 13, 14 yaşlarındayken okuduk, sizin cümlelerinizle büyüdük, diyelim” dedik ve bu hevesle kalktık, yola düştük.Bir gün önceden gitmiştik İstanbul’a. Ertesi gün Yaşar Kemal’in evine giderken ne götüreceğimizi bilemiyorduk bir türlü, çikolata mı götürsek yoksa tatlı mı diyor, acaba çiçek mi yoksa bir biblo mu diyor ama bunların hiçbirine karar veremiyorduk. İçimizden Anadolu’daki dağları, ovaları, nehirleri apak bir mendile koyup götürmek de geçiyordu elbette. ‘İnce Memed’de tasvir ettiği, o yüzü yapraklarla, öpüşen kuşlarla, öpüşen çiçeklerle, yürüyen sularla süslü çorapları götürmek de geçiyordu. Biz bunları konuşurken aniden ortaya çıkan bir sağlık sorunu nedeniyle ertesi günkü randevu iptal edildi o akşam. Biz de, hevesimiz kursağımızda, Ankara’ya döndük böylece.
Çoğa varmadan, sözlü kültürle yazılı kültür arasında geniş bir köprü kuran o güzel insan da erişemeyeceğimiz yere gitti.




HASAN ALİ TOPTAŞ’IN LİSTESİ
1. Saatleri Ayarlama Enstitüsü
2. Tehlikeli Oyunlar
3. Aşk-ı Memnu
4. İnce Memed
5. Bereketli Topraklar Üzerinde
6. Kara Kitap
7. Sevgili Arsız Ölüm
8. Puslu Kıtalar Atlası
9. Anayurt Oteli
10. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu

 DAHA ÖNCE KİMSENİN AÇMADIĞI BİR KAPIYI ARDINA KADAR AÇTI (PROF. DR. YILDIZ ECEVİT YAZDI)
Gazetenizin yaptığı araştırmada ‘Tutunamayanlar’ın ikinci olduğunu öğrendiğimde şaşırmadım. Ama aklıma onun bir arkadaşıyla yaptığı bir konuşma geldi. İçim burkuldu. Kitaplarının yok sayıldığından yakındığında arkadaşı Uğur Ünel, ona bütün öncü sanatçıların aynı şeyi yaşadığını, ancak ölümlerinden sonra anlaşıldıklarını söylemişti. Atay bunu isyan ederek haykırmıştı: “Ben yaşarken anlaşılmak, okurumla bütünleşmek istiyorum.”
Türk edebiyatının en iyi 100 eseriEn güzel öykülerinden biri olan ‘Demiryolu Hikâyecileri’nin son cümlesinde, “Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba” der. Şimdi bizi bir yerlerden izliyorsa, eminim bu sonuçtan çok hoşlanmıştır. Ve eminim; yaşam, Türk edebiyat çevreleri ve düş kırıklığı odaklı bir espri de yapmıştır. OĞUZ ATAY 1971Aldığı puan: 378Atay 1968’de, Sevin Seydi’yle paylaştığı Beyoğlu’ndaki evde ‘Tutunamayanlar’ romanını yazmaya başladığında, Türk edebiyatında o güne değin birkaç kez hafifçe aralanmasına karşın kimsenin açmadığı bir kapıyı ardına kadar açtığının bilincindedir. Atay’ın, eski model büyük daktilosunun başında aylar boyu soluk almadan yazmayı sürdürdüğü, Türk edebiyatı için şaşırtıcı kurgu/biçim denemeleriyle dolu bu avangard roman için ana engel, yalnızca Türk edebiyatının biçimci yeniliklere kapalı yapısı değildir. Romanın yazıldığı yıl, Batı ülkelerinde büyük toplumsal çalkantıların yaşandığı bir dönem olarak tarihe geçer. Kurulu düzene bir başkaldırı görünümü alan öğrenci ayaklanmaları Türk üniversitelerine de sıçrar. 1960’ların sonundaki Türk edebiyatı her zamanki gibi toplumsal bir yönelim içindedir. Ancak Batı’dan farklı olarak o, toplumsallığı her türlü yeniliğe sıkı sıkıya kapalı bir edebiyat anlayışının odağına oturtmuş, çevresine statükocu bir estetiğin kozasını çelikten iplerle örmektedir: bir yüzyıl öncesinin realizm adı verilen akımına biçim ve içerik düzlemlerinde dört elle sarılmış bir anlayışın ördüğü kozadır bu. Türk edebiyatında, arkaik bir estetiğin geleneksel/gerçekçi anlayışla kotarılmış toplumcu içerikli köy romanlarının baş tacı edildiği o günlerde, Atay bu anlayışın tümüyle dışında yer alan yeni bir roman estetiğinin dünyasında yol almaya başlamıştır.
Ünlü Türk Yazarların Bilinmeyen Yönleri image

Yaşar Kemal’in Çocukken Kekeme Olduğunu Biliyor muydunuz?


Yazarlık hayatına Çukurova’da başlayan ve yaşadığı süre boyunca onlarca roman kaleme alan Yaşar Kemal, çocukken talihsiz bir olay geçirmiş. Babası Van’dan göçüp gelirken, Yusuf adında bir çocuğu da yanına almış ve diğer çocuklarıyla birlikte büyütmüş. Bir gün Yusuf camide namaz kılarken kalbinden bıçaklanarak öldürülmüş. Buna tanık olan Yaşar Kemal, 12 yaşına kadar düzgün konuşamamış ve kekeme olmuş. Herkesin merak ettiği, doğuştan mı yoksa bir kaza sonucu mu o hale geldiği sağ gözünü ise yine çocukken yaşadığı bir olay sonucu kaybetmiş. Henüz 3,5 yaşındayken, bahçede koyun kesen halasının eşini izliyormuş. Adamın elindeki bıçak bir anda fırlamış ve Yaşar Kemal’in gözüne gelerek kör olmasına sebep olmuş.


Günde Dört Paket Sigara İçen Ahmed Arif


Arapça, Zazaca ve Kürtçe gibi dillere hakim olan Ahmed Arif, yetiştiği koşullar gereği birçok yeteneğe sahipti. Çok küçük yaşlarda at binmeyi öğrendi. At binmeyi çok seven ünlü şair, şahlanmayan ata binmeyeceğini söylermiş. Hayatının büyük bölümünde çok fazla sigara içen Arif, daha sonra birden bire bırakmış ve sigaranın dumanına bile tahammül edemez olmuş. “Günde dört paket Bafra içiyordum” demesine rağmen, Ramazan aylarında oruç tutan kişilerin yanında, sigara içmeyecek kadar da iradeli biriymiş.


Tutunamayanlar’ın Şakacı Yazarı Oğuz Atay


1977 yılında aramızdan ayrılan, Tutunamayanlar’ın yazarı Oğuz Atay da değeri öldükten sonra anlaşılan isimlerden biri. Yaşadığı dönemde oldukça ilgisiz kalsa da günümüzde tüm eserlerinin, büyük bir hayran kitlesi bulunuyor. Yazarın en ünlü romanı olan Tutunamayanlar’daki karakterler aslında Atay’ın kendi hayatındaki kişiler. İçine kapanık bir çocukluk dönemi geçiren Atay’ın en sevdiği yazarlar Kafka ve Dostoyevski’ymiş. Gençlik yıllarında karikatür çizen ve mizah yönü oldukça güçlü olan Oğuz Atay, ölümün onu banyoda yakaladığı gün, dışarıdan ona seslenenlere; “Sevinmeyin daha ölmedim” demiş. Bu sözleri orada bulunanlara tebessüm ettirse de yazarın son sözleri olmuştu.


Uçurtma Meraklısı Orhan Veli


Garip akımının öncülerinden Orhan Veli, İstanbul’u Dinliyorum Gözlerim Kapalı şiiriyle hafızalarımızda yer etmiştir. Şiire çok farklı bir boyut getiren ve çok erken yaşta hayata veda eden Orhan Veli Kanık bir uçurtma meraklısıymış. Boş zamanlarını uçurtma yaparak değerlendirirmiş. Koyu Galatasaraylı olan şairimizin en sevdiği hobiler arasında balık tutmak da varmış. Normalde insanlar ilham geldiğinde, aklında beliren satırları hemen kaleme alırlar. Orhan Veli böyle yapmazmış. Yazacaklarını önce düşünür, kafasında tasarlar, daha sonraki bir zaman da oturur kaleme alırmış. Sakin mizaca sahip olduğu düşünülse de oldukça eğlenceli biri olan Orhan Veli, kız kardeşinin arkadaşları geldiğinde, onları eğlendirmek için Karagöz – Hacivat oynatırmış. Orhan Veli de tıpkı Balzac gibi bir kahve bağımlısıymış. Hatta fincanla içmek kesmediğinden bira bardaklarına doldurarak içermiş.


Kör Olma Pahasına Okumaktan Vazgeçmeyen Cemil Meriç


1916 ve 1978 yıllarında yaşamış olan Cemil Meriç, yazarlık kimliğinin yanında çevirmen ve düşünürdür. Cemil Meriç’in en ünlü sözleri kitap ve okumak üzerinedir. Kitaba olan tutkusunu her fırsatta dile getirir. Hayatı boyunca okuyan Meriç, bu tutkusundan görme yeteneğini kaybedene kadar vazgeçmemiş. Gençlik yıllarında iki gözünde de oluşan bir mikroptan dolayı askerlikten muaf tutulmuş. İlerleyen yıllarda bu sorun artarak devam etmiş. Ama Cemil Meriç okumaktan hiçbir zaman vazgeçmemiş. Artık yazılanları seçemeyecek duruma geldiği dönemlerde, ışığa yakın olmak için, sandalyesini masanın üstüne çıkarır, yine de okurmuş. Yazmaya ve okumaya olan aşkı, gözlerini tamamen yitirdiğinde bile bitmemiş. Gözleri görmez hale gelince, çevresindekilerin yardımıyla yazmaya devam etmiş. Hatta yazarın en üretken çağının bu olaydan sonra başladığı biliniyor.


Fotoğraf Çektirmeyi Sevmeyen Sezai Karakoç


Diyarbakır kökenli olan Sezai Karakoç; daha çok şiir, deneme, inceleme ve hikaye türünde eserler vermiş yazar ve şairimizdir. En ünlü şiiri Mona Rosaolan Sezai Karakoç’un bilinen en ilginç özelliği fotoğraf çektirmeyi sevmemesi. Günümüz koşullarına baktığımızda, bu özellik bize çok tuhaf gelse de eski zamanlara göre belki de olağan bir seçimdi. Fotoğraf çektirmeyi hiçbir zaman istemeyen Karakoç’un, şu an var olan fotoğrafları ise ondan habersiz çekilmiş.


Necip Fazıl Kısakürek Nakşibendi Tarikatındandı


Üstad diye nitelendirilen, şair ve yazarımız Necip Fazıl Kısakürek, yaşam öyküsü ile herkesi şaşırtmış ve de kendine hayran bırakmıştır. 30’lu yaşlarına kadar hayattan zevk almayan, arayış içerisinde olan ve boş geçirilmiş bir ömür yaşadı. Daha sonra ise Abdülhakim Arvasi ile tanıştı ve hayatı tamamen değişti. O saatten sonra kendini Allah yoluna adayan Necip Fazıl, Nakşibendi tarikatına geçti ve bundan sonraki hayatını bu şekilde devam ettirdi. Üstad, hayatındaki bu kırılma noktasını O ve Ben isimli kitabında detaylıca anlatmıştır.


Feminist Yazar Halide Edip Adıvar


Kurtuluş Savaşı sürecinde gösterdiği çalışmalarla kahraman Türk kadınının simgesi olan Halide Edip Adıvar, ilk kadın romancılarımızdan biridir. İlk eşi Salih Bey öğretmen olduğu için, Halide Edip de vaktinin çoğunu okulda geçiriyor ve sürekli okuma fırsatı buluyordu. Yazın hayatına daha sonra başlayan Halide Edip’in eserlerinin çoğunun konusu ise kadın ve kadınların yaşadığı sorunlardan oluşuyor. Feminist bir kişiliğe sahip olan Adıvar, 2 oğluna da çok iyi bir annelik yapamamış. Çünkü okuldaki öğretmenlik görevi ve Milli Mücadele için cephedeki çalışmaları annelik vazifesinden önce geliyormuş. Torununun ağzından dinlediğimiz bir röportajda; Halide Edip’in genellikle asık suratlı ama özünde çok duygusal bir insan olduğunu öğreniyoruz.


Bodrum Sürgünü Halikarnas Balıkçısı


Bizim Halikarnas Balıkçısı olarak bildiğimiz roman yazarımızın asıl adı Cevat Şakir Kabaağaçlı‘dır. Bodrum’a olan tutkusu ile tanıdığımız ünlü yazar sanılanın aksine Bodrum’a kendi isteğiyle yerleşmemiştir. İstanbul’da yaşadığı dönemde gazete ve dergilerde yazıları yayınlanmaya başlayan Cevat Şakir, bir gün yazıları yüzünden tutuklanmış. İstiklal Mahkemesine sevk edilen yazara ceza olarak sürgün edilmesi kararı verildi. Sürgün yeri ise Bodrum’du. O tarihten sonra Bodrum, yazarımızın vazgeçilmez tutkusu oldu. Cezası bittikten sonra bile Bodrum’dan ayrılamadı, ailesini de yanına aldırdı ve orada yaşamaya devam etti. Halikarnas Balıkçısı yaşadığı bu süreci, Mavi Sürgün kitabında anlatmaktadır.


“R”leri Söyleyemeyen Özdemir Asaf


Türk edebiyatının nevi şahsına münhasır şairlerimizden biri olan Özdemir Asaf kelimeleri kullanma ve duyguları dizelere aktarma şekliyle, yazdığı her şiirle yüreklerimize dokunmayı başarmıştır. Asıl adı Halit Özdemir Arun olan ünlü isim, yazın hayatına ilk başladığı yıllarda, dergilerde Özdemir Özden ismini kullanıyormuş. Bunun sebebi ise “r” harfini söyleyememesiymiş. Ancak daha sonra Oktay Akbal ona babasının adını kullanmayı önermiş ve o günden sonra, Özdemir Asaf ismini kullanmaya başlamış. Sempatik tavırlarıyla insanlar üzerinde hep olumlu izlenim bırakan Özdemir Asaf’ın bilinmeyen bir başka özelliği ise gençlik yıllarında Güneşspor adlı bir futbol kulübünde oynamasıdır.Sizlere dünyanın en ünlü yazarları hakkında, muhtemelen daha önce hiç duymadığınız, ilginç bilgileri paylaştım. Bizim Türkler neyse de yabancı yazarların gerçekten de çok garip alışkanlıkları varmış. Mesela Charles Dickens’in boş zamanlarında kimsesizler morgunda durması bana çok garip geldi. Kitaplarını büyük zevkle okuduğumuz yazarların, ne kadar değişik huyları varmış öyle değil mi? Peki ya bu saydıklarımızdan size en garip gelen özellik hangisiydi?
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR